Gazete manşetlerine yakışan bir kelimedir "psikopat". Elinde kanlı bir balta veya bıçak ile, doğradığı kurbanlarının önünde çekilmiş resmine bakmak bile ürpertir içinizi. Ancak psikopatların sadece katil ya da caniler olduğunu düşünmek çok ama çok yanlış olur. Büyük bir olasılıkla, yaşamınızın bir döneminde bir veya birkaçı ile tanışmış, konuşmuş, birlikte çalışmış veya onlardan ders almış olabilirsiniz. Dahası bu psikopatlardan birinin değil, birçoğunun kullanmış olduğu taksi, dolmuş ya da otobüslere binmişsinizdir!
Psikopatlığa, aslında az da olsa hemen her insanda rastlamak mümkün. Ancak bazı kişilerde bu doz yeterince yükseldiğinde, onlar için haklı olarak "psikopat" nitelemesi kullanılıyor.
Çevrelerindeki kişilerin yaşamlarını karartmakta son derece başarılı olan psikopatlar, bu amaca ulaşırken çoğu zaman balta, bıçak ya da silah kullanmazlar. En büyük silahları tatlı dilleri, utanma ve pişmanlık duygusu olmayan vicdanları ve şeytanlıklarıdır.
Psikologlar bu tür insanların büyük bir bölümünün hapishane-lerde demir parmaklıklar arkasında bir yaşam sürecekleri yerde, genelde sürekli olarak aramızda dolaştıklarını belirtiyorlar. Aslında çoğunun kanun ve adaletle ilgili hiçbir sorunu bile olmaz. Psikopatları iş dünyasında, bürokraside, siyasette, okul ve üniversitelerde, hastanelerde rahatlıkla bulabilirsiniz. İşin asıl tuhaf tarafı "acımasızlık, aşırı risk alma ve hilekarlık" psikopatların en büyük özelliği olurken, bu gibi davranışlar günümüzün çılgın rekabete ve hep daha fazla kazanmaya daya-lı dünyasında bilhassa iş ve ticaret hayatında artık olağan karşılanmaya başlanmış, hatta başarı için gerekli bir reçete olarak kabul edilmiştir.
Çevrelerindeki insanların iş kariyerlerini mahveden, yaşamlarının altını üstüne getiren ve birçok ailenin dağılmasına yol açan psikopatların topluma vermiş olduğu zararları tespit edebilmek, psikologlar için yoğun bir uğraş gerektirmektedir.
Psikopatlığın nedenleri ve bunların tedavi yöntemleri hakkında bilim adamları fazla bir şey bilmiyorlar denebilir. Araştırmaların bu kadar yavaş gitmesinin nedenlerinden biri bizzat psikopatların kendileridir. Karakter yapılarındaki bozukluk ve sürekli hile ve sahtekarlık arayışı içinde olmaları yüzünden, bilim adamlarının her türlü araştırma çalışmalarını boşa çıkartmaktadırlar. Çok rahat bir şekilde yalan söyleyen ve karşılarındaki kişileri manipule etmekten zevk alan bu kişiler, aynı taktikleri kendilerini tedavi etmeye çalışan psikologlar üzerinde de denemekten kendilerini alamazlar.
Medical College of Georgia profesörlerinden Hervey Cleckley, otuz yıl süren uzun meslek yaşamında yüzlerce psikopatı inceledikten sonra ulaştığı sonucu şu sözlerle dile getiriyor: "Açıkçası otuz yıl sonunda bir karış mesafe bile alamadım!"
Genel kanının aksine, psikopatlarda akıl hastalarında görülen belirtiler bulunmaz. Akılları yerindedir ve gayet net olarak düşünme ve muhakeme etme yetenekleri vardır. Peki öyleyse bu insanları böylesine acımasız yaratıklar haline sokan sebepler nelerdir? Bazı nedenlerden hapsi boylayan ve hapishane ile akıl hastanesi arasında mekik dokuyanları inceleyen yetkililer, bu insanlarda mutlak bir "gariplik" olduğunu iddia ederken, psikologlar bu tür herhangi bir belirtinin olmadığına inanıyorlar.
Psikopatlar bundan yüz yıl önce, "moral değerlerini yitirmiş çılgınlar" olarak nitelendirilirken, bilim adamları günümüzde bu tür klişelere pek rağbet etmiyorlar. "Şeytan" ya da "ahlaksız" deyimlerinin bu kişiler için daha uygun olacağını belirtiyorlar.
Örneğin, Michael'i ele alalım. Yakın bir zamana kadar Londra'da büyük bir şirkette üst düzey yönetici olarak görev yaparken, yanında çalışanlara karşı kinci tutumu ve insanların işine acımasızca son vermekten aldığı zevk ile ün yapmıştı. Birlikte çalıştığı insanları hakaret sayılacak sözlerle azarlamaktan, başarısızlıklarını başkalarına fatura etmekten ve bütün bunları özellikle yüksek sesle ve herkesin rahatlıkla duyabileceği bir şekilde yapmaktan büyük zevk alıyordu. İş yaşamı dışındaki tutumu da çok farklı değildi. Mizah anlayışı, başkalarıyla alay etme üzerine kurulmuştu. Espri ile alay arasındaki fark onun için pek de önemli değildi. Ancak son derece tatlı dilli ve cazibeli oluşu sayesinde, bir yandan evliliğini yürütürken, öte yandan sekreteri ile yasak aşk yaşamayı başarabiliyordu.
Michael'in diğer personel üzerindeki olumsuz etkisini göz önüne alan şirket yönetimi, sonunda işine son verdiğinde tüm çalışanlar derin bir "ohh" çektiler. Onlar için Michael, "küstah, kaba ve düşüncesiz" bir insandı. Ancak psikologlar için "klasik bir psikopat"tan başka bir şey değildi!
1985 yılında kişilerdeki davranış bozukluklarını tespit edebilmek amacıyla İngiliz bilim adamlarının yaptığı bir araştırma sonucu ortaya çıkan bulgular, tüm bilim dünyasını adeta şaşkına çevirmişti. Araştırmaya göre, toplumun yüzde 5'i, yani her 20 kişiden biri "psikopat"tı.
Bu "şok araştırma"ya inanmakta güçlük çekilirken Amerika, Kanada ve Yeni Zelanda'dan gelen çok daha kapsamlı bir araştırmanın sonuçları, hemen hemen aynı gerçeği ortaya koyuyordu. Hangi ülke olursa olsun, orada yaşayanların yüzde 3 ile 6'sı arasındaki bir bölüm "psikopat"tı.
Henüz Türkiye'de bu alanda yapılmış bir araştırma yok. Ancak kapsamlı bir araştırma yapılması halinde ülkemizdeki psikopatların oranının Batılı ülkelerden daha yüksek olduğunun ortaya çıkması ihtimali pek de şaşırtıcı sayılmamalı. Bunun en önemli nedeni ise, dayak ve kaba kuvvet gibi ilkel davranış biçimlerinin hala toplumsal bir gelenek olarak sürdürülmesi. Bu tür fiziksel ve toplumsal baskılar; ilkel inanışlar ve yaşam biçimleriyle birleştiğinde "psikopat nesiller"in yeşerip yetişebilmesi için, kendiliğinden ideal bir ortam oluşuyor.
Toplumun hemen her kesimini etkileyen bu psikopatların davranış nedenlerini incelemek amacıyla, psikologlar dünyanın değişik köşelerinde çeşitli yöntemler denediler. Kişilik tahlili, psikoanaliz, beyin taramaları, davranış terapisi, çeşitli ilaçlar ve hatta ameliyat gibi...
British Columbia Üniversitesi profesörlerinden Robert Hare, psikopatların beyin dalgalarının ritmi ile çocuklarınki arasındaki benzerliği gözler önüne seren ilk bilim adamı oldu. Çoğu psikopatın davranışlarının, istediğini elde edememiş şımarık bir çocuğunkine benzemesi, belki de psikopatların yeterli beyinsel olgunluğa ulaşamadıklarının bir göstergesiydi.
Profesör Hare, araştırmaları sırasında ayrıca psikopatlar için bazı sözcüklerin de farklı anlamlar taşıdığını ortaya koydu. Sıcak - soğuk ve sevgi kelimeleri söylenip ilişki kurulması istendiğinde, psikopatların büyük bir çoğunluğu sıcak ile soğuk arasındaki ilişkiyi vurgularken, sevgi ile sıcaklık arasında bir bağ düşünemiyorlardı. Çünkü, onlar için duygusal bir kavram olan "sevgi"nin sıcaklıkla bir ilişkisi yoktur.
Psikologlar, psikopatların davranışlarını çözebilmenin tek anahtarının kişilerin çocukluk yıllarında gizli olduğunu belirtiyorlar. İster vahşi bir cani olsun, ister agresif bir işadamı, tüm psikopatlarda görülen en önemli özellik şiddete başvurmaya olan yatkınlıklarıdır.
Çocukluk yıllarında aile içinde dayak yiyen, şiddete maruz kalan ya da ailesi tarafından reddedilme veya beğenilmeme korkusunu sürekli yaşayan kişilerde, dünyanın ve insanların acımasız olduğu düşüncesi yerleşmeye başlar. Çocuk kendisinden başka kimseye güvenmemesi gerektiğine inanmakla kalmaz, başarı için herkesi yenmesi gerektiği düşüncesine de saplanır.
Yaşı ilerledikçe bu görüşlerinin etkisiyle huysuz ve kavgacı bir yapıya bürünmeye başlar. Her türlü disiplin, kural ve yasaya karşı isyan edici bir tutuma bürünür. Bu davranışları sonucu, ailesi dahil olmak üzere, çevresindeki insanlar tarafından aşağılanır ve dışlanırsa, bu kez düşüncelerinde haklı olduğuna tamamen inanır. Tüm dünyayı kendisine düşman olarak görür.
Çocukluk yıllarında aile içinde dayak yiyen, şiddete maruz kalan ya da ailesi tarafından reddedilme veya beğenilmeme korkusunu sürekli yaşayan kişilerde, dünyanın ve insanların acımasız olduğu düşüncesi yerleşmeye başlar. Çocuk kendisinden başka kimseye güvenmemesi gerektiğine inanmakla kalmaz, başarı için herkesi yenmesi gerektiği düşüncesine de saplanır.
Yaşı ilerledikçe bu görüşlerinin etkisiyle huysuz ve kavgacı bir yapıya bürünmeye başlar. Her türlü disiplin, kural ve yasaya karşı isyan edici bir tutuma bürünür. Bu davranışları sonucu, ailesi dahil olmak üzere, çevresindeki insanlar tarafından aşağılanır ve dışlanırsa, bu kez düşüncelerinde haklı olduğuna tamamen inanır. Tüm dünyayı kendisine düşman olarak görür.
1970'li yıllarda Hawaii'de başlatılan bir araştırmada 700 çocuk doğumlarından gençlik yıllarına kadar sürekli denetim altında tutularak, bunların kişilik ve karakter gelişimleri izlendi. Araştırma sonunda, psikopat davranış eğilimi gösteren kişilerde bazı ortak özellikler belirlendi. Bazılarını şöyle sayabiliriz: Çocuğun çok zor bir doğumdan sonra dünyaya gelmiş olması, ilk yıl annesinden uzun süre ayrı kalışı, anne ya da babanın sağlıksız oluşu, huzursuz, gürültülü ve kavgalı bir aile ortamında büyümesi...
Araştırmalar iki yaşındaki çocuklarda bile psikopat eğilimlerin ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Bu nedenle psikologlar çocukların bu yaştan itibaren sürekli olarak kontrol edilmesi gerektiğini belirtiyor, küçük yaşta yapılabilecek müdahalelerle bu çocukların büyük bir bölümünün topluma kazandırılabileceğini savunuyorlar.
Yetişkin psikopatların davranışlarını değiştirmek ya da onları tedavi edebilmek adeta olanaksız. Bu olumsuzluğun temelinde psikopatların tutum ve davranışlarını doğal karşılamaları ve herhangi bir değişiklik ihtiyacını hissetmemeleri yatıyor.
Yeni Bulgular
Peki herhangi bir insanı psikopat yapan nedir? Cevap sadece kötü geçirilmiş çocukluk mu? Psikopatlığın biyolojik kökeni var mı? Son araştırmalar cevabın belki de beynimizin ön loblarında saklı olduğunu söylüyor. Kendi kendini kontrol edebilme, olgunluk, düşünüp yargıya varma, nazik olma, karar verme gibi bizi "medeni" yapan kişilik özellikleri beynimizin bu bölümü tarafından kontrol ediliyor. Ancak 1995'te Adrian Raine tarafından PET (Positron Emission Tomography) kullanılarak yapılmış araştırma ön lobların belli bir bölümü olan prefrontal cortex'in psikopatlarda normal insanlardan çok daha farklı çalıştığını gösterdi.
PET, beynin "yakıt"ı olan glükoz'un beynin değişik bölgeleri tarafından ne kadar tüketildiğini ölçer. Veriler gösterdi ki psikopatların prefrontal cortex'lerindeki glükoz seviyesi normal insanlarınkinden çok daha azdı. Glükoz seviyesi farklılığı deneğin yaş, cins, sağ el-sol el kullanımı, ırk, kafa travması olup olmadığı, şizofreni bulunup bulunmadığı durumlarından hiçbirine bağlı değildi. Üstelik deneklerden hiçbiri test süresince hiçbir psikoaktif ilaç kullanmamıştı.
Raine'in belirttiğine göre normalde de ön beynin zarar görmesi insanda düşüncesizce hareket etmeye, kendi kendini kontrol edebilme yeteneğinin kaybına, çocukça hareketlerde bulunmaya, zaman kavramında zayıflamaya, karar verme yetisinin kaybolmasına yol açabilmekte.
Ancak Raine'in kendisi bulduklarına çok temkinli yaklaşıyor. Tespit ettikleri bozuklukların psikopatlarda zaten yaygın olan psikoaktif ilaç kullanımı, hiperaktivite, epilepsi, organik beyin rahatsızlığı gibi nedenlerle de ortaya çıkabileceğini belirtiyor.
Antoine Bechara tarafından yapılan başka bir araştırmada ise prefrontal cortex'te zedelenme olan insanlarda ortak başka bir özellik olarak "şimdi"ye yönelik düşünme tarzı ortaya çıktı.
Araştırmacılar deneklere, deneklerin yaparken uzun vadeli yarar ve zarar ilişkilerini göz önünde bulundurmaları gereken bir kağıt seçme görevi verdiler. Normal insanlar görevi kolayca yaparken, ventromedial prefontal cortex'inde hasar olan denekler "kısa vadeli olarak anında geri dönüşüm sağlayan, ancak uzun vadeli düşünüldüğünde seçilmesi zararlı olacak kağıtları" seçtiler.
Bilim adamlarına göre psikopatların kağıt oyununda yaptıkları gerçek hayatta yaptıkları ile aynı. Gerçek hayatta da birçok psikopat uzun vadeli düşünmede, özellikle gelecek getirilirinin kesin olarak bilinemeyeceği, ancak tahmin edilebileceği kişisel ve sosyal ilişkilerde başarısız. Deneklerin, geleceğin ister yararlı, ister zararlı olsun getireceklerine karşı kayıtsız olduğu, bunun yerine bulundukları anın ne getireceğiyle ilgilendikleri tespit edildi.
Bu projede yer alan Antonio Damasio'ya göre prefrontal cortex'inde hasar olan kimseler gelecekte olabilecekleri kafalarında oluşturabiliyorlar, ancak bunları yararlı veya zararlı olarak ayırmıyorlar. Damasio'nun şüphesi davranış problemleri erken yaşta, hiçbir hasar veya hastalık olmadan başlayan "gelişim"ci psikopatlarda da aynı problemin bulunup bulunmadığı yönünde.
"Gelişim"ci psikopatların semptomları prefontal cortex'inde hasar olanlara göre daha şiddetli; Damasio'ya göre bu çok mantıklı, çünkü ikinciler normal gelişim yıllarından faydalanmış oluyorlar.
1996 yılında Kanada'da Dominique LaPierre tarafından yapılan araştırmaya göre ise psikopatlık prefontal cortex'teki hasardan değil de eksikliklerden kaynaklanıyor. LaPierre'nin kullandığı testler prefontal cortex'in iki ayrı bölgesi olan orbitofrontal ve frontal ventromedial alanlarının nasıl çalıştığını kontrol ediyor. Bilim adamlarına göre elde ettikleri bulgular psikopatların bütün orbitofrontal - ventromedial görevlerde çok çok zayıf olduklarıdır.
"Bulduklarımız çok önemli", diyor LaPierre, "çünkü bu bulgulara sosyokültürel olarak hemen açıklanama bulunamadığından, bu bulgular psikopatlığın beyin - bazlı kökeni olabileceğine dair çok kuvvetli kanıtlar olabilirler."
1995'te yaptığı, PET kullanılan deneyleri 1997'de daha da geliştiren ve daha çok sayıda denek kullanan Adrian Raine, 1995'te ulaştığı sonuçları destekleyen veriler elde etti. 1995'te ilk deneyde olduğu gibi bu defa da prefrontal cortex'te düşük glükoz metabolizmasına rastlandı. Psikopatlarda rastlanan diğer anormallikler ise üst parietal gyrus'ta, sol angular gyrus ve corpus callosum'da düşük glükoz tüketimi ile amygdala, thalamus ve medial temporal lobe'un çalışmalarında anormal asimetriler oldu. Bilim adamlarına göre, beynin bu bölgelerinde oluşan hasarların psikopatların özelliği olan şiddet eğilimi ve bazı kognitif bozukluklarla çok yakından ilgisi var.
2000 yılının başında Antonio Damasio tarafından yapılan başka bir araştırma ise bebeklik sırasında prefrontal cortex'in hasar görmesinin ilerki yaşlarda ahlaksal ve sosyal ilişkilerde sıkıntı yarattığını gösteriyor.
Damasio araştırmasında bebeklikleri sırasında prefrontal cortex'leri hasara uğrayan iki genci inceledi.( birinde sebep bir kazaydı, diğer gençte ise hasar beyin tümörü kaynaklıydı.) İki olayda da gençlerin oluşan beyin lezyonlarının tamamen giderildiği, ancak gençlerin gene de ilerki yaşlarda geniş çaplı asosyal ve ahlakdışı davranışlar sergilediği gözlemlendi.
Çok zeki ve yetenekli olan 20 yaşındaki kadın deneğin sürekli ailesinden ve arkadaşlarından para çaldığı, insanlara sürekli küfür ettiği, başkalarında fiziksel zarar meydana getirebilecek hareketlerde bulunduğu, çok sık yalan söylediği, önüne gelenle yatıp kalktığı, evlilik dışı olan çocuğuna çok kötü davrandığı tespit edildi. Araştırmacılara göre, denek aynı zamanda yaptıkları için hiçbir özür, suçluluk duymuyor ve kötü davranışlarının, sosyal ilişkilerindeki zorlukların kabahatini başkalarında görü-yordu. 23 yaşındaki erkek denek de tamamen aynı çeşit davranışlar sergiliyordu.
Damasio'ya göre bu gençlerin davranışları kesinlikle çevresel faktörlere bağlanamaz, çünkü her iki denek de orta sınıfta yer alan, birbirine düşkün, sağlam yapısı olan, sevgi ortamının bulunduğu ailelerden geliyor. Üstelik her iki deneğin de topluma iyi uyum sağlamış, hiç bir davranışsal bozukluk göstermeyen kardeşleri bulunuyor
Ancak psikopatlar konusunda son yıllarda yapılan en ilginç çalışma ise Adrian Raine'in 2000 yılının sonlarına doğru MRI (Magnetic Resonance Imaging) kullanarak yaptığı araştırma oldu. İnsanda stres yaratan bir aktivite olan topluluk önünde konuşma sırasında deneklerin beyni MRI ile incelendi, ayrıca kalp atışları ölçüldü.
Psikopat olanlarda prefrontal cortex'teki gri madde hacmi normal deneklere oranla yüzde 11 daha az çıktı. Ayrıca otonom sinir sistemlerindeki hareketlilik daha düşüktü. Peki bu bulguların antisosyal ilişkilerle ne gibi bağlantıları var ?
Araştırmacılara göre korkunun denetlenmesi ve strese tepki vermede prefrontal cortex'in rolü çok büyük. "Zayıf şartlanma bilincin zayıf gelişimi ile bağlantılı," diyor uzmanlar, " ve çocuklukları sırasında sosyal eleştirme gibi dıştan gelen eleştirici uyarılara daha zayıf otonom tepki veren kimseler, sosyal cezalandırmaya da daha az duyarlı olacaktır, bu da toplum kurallarını hiçe saymaya kadar götürebilir onları."
Sonuç
Psikopatlığı yaratan kökenler ne olursa olsun, bilinen tek şey psikopatların kolay kolay değişebileceği ihtimalinin günümüzde nerdeyse imkansız olduğu. Belki bir gün bir psikopatı değiştirdiğinizi görerek sevinebilirsiniz. Ancak çok ama çok büyük bir olasılıkla, bu değişiklik sadece kısa bir süre için gerçekleşecek ve kişi yeniden "asıl kimliği"ne bürünmekten çekinmeyecektir.
İşte bu nedenle eğer evinizi, işinizi ya da kalbinizi bir psikopatla paylaşıyorsanız dikkatli davranın... Çünkü sinir sistemi bozularak, sonunda değişime uğrayacak kişi, ne yazık ki siz olacaksınız!
P. S. Yazının çeşitli yerlerine iktidar ve güçle tanışmış bazı psikopatların fotoğraflarını koydum. Fotoğrafların altlarındaki notlardan da belli olduğu üzere bu tür tanışmalar korkunç sonuçlar doğurdu, insanlığın utanç sayfalarına yenileri eklendi. Yer azlığından dolayı fotoğraflarına yer veremediğim ancak anmadan da geçemeyeceğim diğer bazı "ünlü" psikopatlar ise şunlar: İspanya diktatörü General Franco, Şili'yi demir yumrukla yönetmiş Pinochet, Kızıl Khmerlerin bizzat yaptığı katliamlarla tanınan lideri Pol Pot, "Kültür Devrimi" adı altında koca bir ulusun neredeyse tüm kültürünü yokeden Mao, ülkesindeki herkese yıllarca kan kusturmuş Romanya diktatörü Çavuşesku ve daha daha başkaları. Psikopatlığın kökenleri ve oluşum nedenleri ile tedavi yöntemleri alanlarındaki çalışmalar çok önemli. Çünkü psikopatlar içinde yaşadığımız toplumun en az yüzde 5'ini oluşturuyor. Yukarda saydığım isimler, ellerine fırsat geçtiğinde psikopatların ne kadar acımasız olabileceğini göstermekte. Bu yüzden onların davranışlarının altında bulunan sebepleri anlamak, bu insanları topluma tekrar kazandırmak çok çok önemli.
Gelecek sayıda buluşuncaya kadar hoşçakalın, dostça kalın.
İlkin Mehrabov
ilkin@ieee.metu.edu.tr
Kaynaklar :
John Vitkus, "Casebook in abnormal psychology", McGraw - Hill, 1996
Thomas F. Oltmanns, "Case studies in abnormal psychology", Wiley, 1995
Lawrence Coleman Kolb, "Modern Clinical Psychiatry", W.B.Saunders, 1973
Ephraim Rosen, "Abnormal Psychology", Saunders, 1972
Henry Gleitman, "Psychology", W.W.Norton, 1981
"Bilgimatik", Aralık 1994
[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]
[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]
[Bu Adresi (link) Görme Yetkiniz Yok BEDAVA'ya Üye Ol Sitemizden Faydalan....]